Türk Hukukunda haksız rekabet temel olarak iki kanunda düzenlenmektedir. 11.01.2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (bundan sonra “TBK” olarak anılacaktır) 57. maddesi uyarınca, “Gerçek olmayan haberlerin yayılması veya bu tür ilanların yapılması ya da dürüstlük kurallarına aykırı diğer davranışlarda bulunulması yüzünden müşterileri azalan veya onları kaybetme tehlikesiyle karşılaşan kişi, bu davranışlara son verilmesini ve kusurun varlığı hâlinde zararının giderilmesini isteyebilir. Ticari işlere ait haksız rekabet hakkında Türk Ticaret Kanunu hükümleri saklıdır.” 13.01.2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (bundan sonra “TTK” olarak anılacaktır) 54. maddesi uyarınca ise, haksız rekabet hükümlerinin amacı “bütün katılanların menfaatine, dürüst ve bozulmamış rekabetin sağlanmasıdır.” Bu çerçevede, “rakipler arasında veya tedarik edenlerle müşteriler arasındaki ilişkileri etkileyen aldatıcı veya dürüstlük kuralınadiğer şekillerdeki aykırı davranışlar ile ticari uygulamalar haksız ve hukuka aykırıdır.”
Doktrinde TBK’da ve TTK’da yer alan hükümlerin uygulama alanı tartışmalıdır. Bir görüşe göre, TTK’da yer alan hükümler sadece ticari işlerden doğan haksız rekabet hallerine uygulanacaktır. Bu durunda doktor, mühendis, avukat gibi serbest meslek icra eden ve fakat ticari işletme işletmeyen kişiler arasındaki haksız rekabet hallerinde TBK uygulama alanı bulacaktır. Ancak doktrindeki ağırlıklı görüşe göre, TTK’da yer alan hükümler ticari olsun olmasın tüm uyuşmazlıklarda uygulama alanı bulacaktır. Zira TTK’da yer alan haksız rekabet hükümlerinin uygulama alanı açısından herhangi bir sınırlama yer almamaktadır.
Haksız Rekabet Hükümlerinin Diğer Bazı Düzenlemeler Karşısında Uygulama Alanı
Haksız rekabet kavramı ile karıştırılmaya en müsait kavram “rekabetin korunması” kavramıdır. Zira, her iki kavramın da aslî unsuru ticari rekabettir. Serbest rekabet düzeninin korunması açısından haksız rekabet hükümleri ve rekabeti engelleyen/kısıtlayan işlemleri yasaklayan rekabet hukuku mevzuatı birbirini tamamlayan düzenlemeler olarak değerlendirilebilir. Zira, her iki kavram da ticari sahada var olan rekabetin bozulmaması gerektiği düşüncesinden hareket edilerek tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, haksız rekabet hükümleri ile rekabetin engellenmesi/kısıtlanmasını yasaklayan hükümlerin farklı kanunlarda düzenlendiği ve uygulama alanlarının da tamamen farklı olduğunu belirtmek gerekir.
Rekabetin engellenmesi 07.12.1994 tarihli ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’da düzenlenmektedir. Buna göre, anılan kanunun amacı, “mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.” Rekabetin korunmasına ilişkin düzenlemelerin temel amacı serbest rekabet düzeninin kendisinin korunması iken, haksız rekabete ilişkin düzenlemeler ile rekabetin özneleri olan tacirler ve müşterilerin korunması amaçlanmaktadır.
Haksız rekabet hükümleri ile fikri mülkiyet mevzuatında (21.02.2001 tarihli ve 4630 sayılı ve 03.03.2004 tarihli ve 5101 sayılı Kanunlarla geniş çaplı olarak değiştirilmiş olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (bundan böyle “FSEK” olarak anılacaktır) (RG. 13.12.1951), 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 27.06.1995), 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 05.11.1995) ve 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (R.G. 27.06.1995) yer alan hükümlerin de amaçları ve koruma alanları farklıdır. Fikri mülkiyet hukukunun amacı fikri ürün sahibinin fikri çaba ve emeğinin korunmasıdır. Bu çerçevede fikri ürün üzerindeki mülkiyet hakkının sahibine tanıdığı haklar da koruma altına alınmaktadır. Bir eseri, patent, marka veya tasarımı (fikri ürünü) sahibinin izni olmadan kullanan, bir fikri ürünün taklidini yaparak bundan yararlanan kişi, gerçekte başkasının emeğini sömürmektedir. Belirtmek gerekir ki, bir fiilin, hem bir fikri hakka tecavüz teşkil etmesi hem de haksız rekabete yol açması halinde, zarar gören fikri hak sahibi iki farklı hükümden daha lehine düzenlemeler içeren hükme başvurarak tazminat talebinde bulunma imkânına sahip olabilecektir. FSEK m. 83 ve m. 84 uyarınca, fikir ve sanat eserleriyle benzerlikler gösteren bazı haklar ile iltibasa yol açılması halinde TTK’da yer alan haksız rekabet hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Bir işaret, resim veya ses fikri ürün niteliği taşıyor ise ve özel hükümlerle (FSEK, Marka, Patent veya Endüstriyel Tasarım KHK’ları) korunuyor ise, yine yukarıda belirttiğimiz üzere gerek fikri mülkiyet hükümleri, gerekse haksız rekabet hükümleri uygulama alanı bulacaktır. Şayet tecavüze uğrayan hak veya ürün özel hükümlerin koruma alanına girmiyorsa, bu takdirde yalnızca haksız rekabet hükümleri uygulama alanı bulabilecektir.
Rekabetin korunması ve fikri mülkiyet mevzuatı yanında, haksız rekabet hükümlerinin tüketiciyi koruyan hükümlerle olan ilişkisinden de kısaca bahsetmek gerekmektedir. Haksız rekabet hükümlerinin genel olarak ekonomik düzeni korumayı amaçladığını, bununla beraber dolaylı olarak da tüketiciyi koruduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira, bir işletme hakkında yanlış veya yanıltıcı beyanlarda bulunmak, bir işletmenin faaliyetleri, adı, markası veya iş ürünleri ile iltibasa meydan verici önlemler alarak tüketiciyi yanıltmak ya da aldatıcı reklamlar veya saldırgan satış yöntemleri ile tüketicinin algı ve kararlarına dürüstlük kuralına aykırı bir biçimde etki etmek sonucunu doğuracaktır. Ancak TTK’nın haksız rekabet hükümlerinin özellikle tüketicinin korunması amacını ön planda tutmadığı da bir gerçektir. 07.11.2013 tarihli ve 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 1. maddesinde kanunun amacı “kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemek” olarak belirlenmiştir. Haksız rekabet hükümlerinin konusu doğrudan tüketicilerin korunması olmayıp, tüketicilerin de ekonomik olarak faydalanabilecekleri dürüst ve bozulmamış bir rekabet ortamının sağlanmasıdır. Bu nedenle, ancak dolaylı bir korumadan bahsedilebilecektir. Zaten, bu nedenledir ki, TTK’nın 56. maddesinde sadece tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşlarına davacı olma imkânı tanınmıştır. Bununla beraber, söz konusu kuruluşlar yalnızca haksız rekabetin tespiti, men’i ve haksız rekabet sonucu doğan maddi durumun ortadan kaldırılması davalarını açabileceklerdir. Tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşları yanında “müşterilerin” (tüketicilerin) kendilerine de haksız rekabet hükümlerine dayanarak dava açma hakkının tanınıp tanınmadığı tartışmalıdır. Bununla birlikte, kanımızca, haksız rekabet hükümlerinin tüketicilerin korunmasını da kapsayacak şekilde gösterdiği gelişim karşısında, TTK’da yer alan “müşteri” ifadesinin tüketicileri de kapsayacak şekilde yorumlanması gerekecektir. Bu durumda, haksız rekabet nedeniyle menfaatleri zedelenen tüketicilere da dava hakkı tanınmış olacaktır. Ancak tüketiciyi koruyan mevzuat ile TTK’da yer alan haksız rekabet hükümleri karşılaştırıldığında, tüketiciyi koruyan mevzuatın tüketiciler açısından çok daha lehe hükümler içerdiği de unutulmamalıdır. Sonuç olarak, her iki kanunun da uygulama alanına giren bir hususta tüketicinin seçimine göre ilgili hükümler uygulanabilecektir.
Haksız Rekabetin Unsurları
Haksız rekabetin varlığı için, a) haksız ve hukuka aykırı bir fiil ile, b) iktisadi rekabetin kötüye kullanımı yoluyla, c) bir zarar veya zarar tehlikesinin yaratılmış olması gerekmektedir. TTK m. 54/ f. 2’de yer alan tanımdan yola çıkarak, haksız rekabeti oluşturan fiiller, “aldatıcı veya objektif iyiniyet kurallarına aykırı davranışlar ile normal rekabet düzeninin bozulmasına sebep olan fiiller” şeklinde tanımlanabilir. Bununla birlikte, haksız rekabete yol açan fiilin faili ile mağduru arasında bir rekabet ilişkisinin bulunmasının zorunlu olmadığını da belirtmek gerekir. Rekabetin işleyişinde eşitsizliğe yol açan her türlü fiil hukuka aykırı olarak değerlendirilmektedir. Zaten bu sebepledir ki, doktrinde parazit rekabet olarak tanımlanan ve rakipler arasında gerçekleşmeyen ve/veya failin kendisi açısından doğrudan bir yarar sağlamayan, fakat genel olarak başkasının emeğinden faydalanmak suretiyle yol açılan haksız rekabet türü de TTK. hükümleri çerçevesinde sağlanan korumanın kapsamına girmektedir.
Diğer taraftan haksız rekabeti doğuran fiilin özünde ekonomik bir değer taşıması gerekmektedir. Gelir elde etme amacı taşımayan faaliyetler haksız rekabetin konusunu oluşturamaz. Haksız rekabetin meydana gelebilmesi için iktisadi bir menfaatin ihlal edilmiş olmasının veya böyle bir tehlikenin doğmasının gerekli olduğu da unutulmamalıdır. TTK m. 56’da “haksız rekabet sebebiyle müşterileri, kredisi, meslekî itibarı, ticari faaliyetleri veya diğer ekonomik menfaatleri zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek olan kimse”ye dava açma hakkı tanınmaktadır. Kanunun açık ifadesi uyarınca, haksız rekabetin gerçekleşmesi için zararın meydana gelmiş olması gerekli olmayıp “zarar tehlikesine maruz kalmış olmak” yeterlidir. Doğmuş veya gelecekte doğabilecek bu zarar veya zarar tehlikesi, kanunun ifadesinden de anlaşılacağı üzere, bir işletmenin ürünlerinden hukuka aykırı bir biçimde yararlanılması, bir işletmenin müşteri kaybına uğratılması ya da ün veya itibarının zedelenmesi şeklinde ortaya çıkabilir.
Bununla birlikte, haksız rekabet fiilinden zarar gören kişinin maddi tazminat talebinde bulunabilmesi için failin kusurlu olması ve belirli bir zararın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Maddi tazminat talebi dışında kalan talepler açısından, haksız rekabet failinin kusurlu olup olmadığına bakılmamakta, haksız rekabete yol açma niyeti olmasa dahi haksız rekabet hükümleri uygulama alanı bulabilmektedir. Fiilin objektif olarak rekabet ilişkileri üzerinde haksız rekabete konu olabilecek bir etki doğurması yeterli görülmektedir. Haksız rekabet nedeniyle tazminat talebinde bulunacak kişinin iktisadi açıdan zarara uğraması yeterli olup, failin kendisine doğrudan veya dolaylı bir biçimde yarar sağlamış olmasına gerek yoktur. Oluşan zarar veya zarar tehlikesinin haksız rekabete özgü bir özellik taşıdığını belirtmekte fayda vardır. Zira, her ne kadar haksız rekabete yol açan fiil özünde bir haksız fiil olsa da, -zarara değil sadece zarar tehlikesine yol açılmış olmasının yeterli olması ve fiilin sebep olduğu zararın tazmini dışında failin kusurlu olmasının gerekmemesi nedeniyle,- doğacak olan hukuki sorumluluk açısından yapılacak değerlendirme diğer haksız fiillere oranla çok daha esnek olacaktır.
Son olarak, her haksız fiilde olduğu gibi, haksız rekabetin doğmasına neden olan fiil ile oluşacak zarar veya zarar tehlikesi arasında nedensellik bağı olması gerektiğini de belirtmek gerekmektedir. Bununla beraber, haksız rekabet sonucu doğan zarar ve bu zarardan kaynaklanan hukuki sorumluluk kavramları açısından yapılan yorumun burada da geçerli olduğunu, nedensellik bağının tespitinde de diğer haksız fiillere oranla daha yumuşak bir değerlendirme yapılması gerektiğini ifade etmek doğru olacaktır.
Haksız Rekabet Fiilleri
TTK’nın 55. maddesinde “başlıca” haksız rekabet halleri sayılmıştır. Ancak, haksız rekabet halleri TTK’nın 55. maddesinde sayılan fiillerle sınırlı değildir. Haksız rekabetin doğmasına neden olan bir fiilin TTK m. 55’de sayılan hallerin kapsamına girmemesi halinde genel hüküm niteliğindeki TTK m. 54 devreye girecek ve söz konusu fiilin haksız rekabete yol açıp açmadığı bu hüküm çerçevesinde değerlendirilecektir. TTK m. 55’de “dürüstlük kuralına aykırı reklamlar ve satış yöntemleri ile diğer hukuka aykırı davranışlar”, “sözleşmeyi ihlale veya sona erdirmeye yöneltme”, “başkalarının iş ürünlerinden yetkisiz yararlanma”, “üretim ve iş sırlarını hukuka aykırı olarak ifşa etme; özellikle, gizlice ve izinsiz olarak ele geçirdiği veya başkaca hukuka aykırı bir şekilde öğrendiği bilgileri ve üretenin iş sırlarını değerlendirme veya başkalarına bildirme”, “iş şartlarına uymama; özellikle kanun veya sözleşmeyle, rakiplere de yüklenmiş olan veya bir meslek dalında veya çevrede olağan olan iş şartlarına uymama”, “dürüstlük kuralına aykırı işlem şartları kullanma” başlıkları altında bazı haksız rekabet hallerine örnekler verilmektedir. Aşağıda bu örneklerden bazıları üzerinde durulacaktır.
Kanun hükmünün açık ifadesi uyarınca, ekonomik çıkar sağlamak amacıyla, hükümde belirtilen kişilere işlerinin gerektirdiği yükümlülüklere aykırı davranmalarını sağlayabilecek nitelikte herhangi bir teklifte bulunmak dahi yeterlidir, bu teklifin kabul edilip edilmediğine bakılmaz.
Haksız Rekabete Yol Açmanın Sonuçları
TTK’nın 56. madddesi uyarınca, haksız rekabeti doğuran fiilin varlığı iddiasında olan davacı taraf i) Fiilin haksız olup olmadığının tespiti talebiyle bir tespit davası; ii) Haksız rekabetin men’i davası; iii) Haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılması, haksız rekabet yanlış veya yanıltıcı beyanlarla yapılmışsa bu beyanların düzeltilmesi davası; iiii) kusur varsa uğranılan zararın tazmini davası ve BK.’nın 49. maddesinde gösterilen şartlar mevcutsa manevi tazminat davası açabilir.
TTK’da düzenlenen tespit davası, sadece haksız rekabet fiilinin varlığının saptanmasının haksız rekabetin ortadan kaldırılması için yeterli olabileceği durumlar için düzenlenmiştir ve davanın konusunu oluşturan haksız rekabet fiilinin tespiti açısından kesin hüküm teşkil etmektedir.
Haksız rekabetin men’i davası ise bir eda davası niteliğindedir ve haksız rekabetin devam ettiği durumlarda başvurulabilecek bir davadır. Bununla birlikte haksız rekabet fiilinin tekrarlanması tehlikesinin varlığı halinde de bu dava açılabilecektir.
Haksız rekabetin neticesi olan maddi durumun ortadan kaldırılması, haksız rekabet yanlış veya yanıltıcı beyanlarla yapılmışsa bu beyanların düzeltilmesi talebiyle açılan dava ile haksız rekabet sonucu doğan mevcut durumun önceki duruma iadesi (eski hale iade) istenmektedir. Anılan dava ile haksız rekabetin yarattığı tüm etkilerin ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Örneğin, iltibasın varlığı halinde, iltibasa konu ürünlerin toplatılması ve imhası istenebilir; yanıltıcı ve gerçek dışı beyanlarla haksız rekabete yol açıldığı durumlarda ise bu beyanların düzeltilerek, durumun gerçeğe uygun şekilde ilanı talep edilebilecektir. Ancak eski hale iade davası maddi tazminat davasından ayrılmaktadır. Zira haksız rekabet fiilinin mağduru, ortaya çıkan maddi zararın tazmini amacıyla ayrı bir tazminat davası açmak durumundadır.
Haksız rekabet sonucu doğan maddi zararın tazmini talebi ise, daha evvel de belirttiğimiz üzere, diğer taleplerin aksine failin kusurlu olduğunun tespitini gerektirmektedir. Bununla beraber, maddi tazminat davasının kabulü davacının somut bir zarara uğramış olmasını ve dava konusu fiil ile zarar arasında nedensellik bağının mevcudiyetini gerektirmektedir. Gerek zararın, gerekse haksız rekabete yol açan fiil ile zarar arasındaki nedensellik bağının mevcudiyetini ispat yükü davacıdadır. Ancak, TTK’nın 56. maddesinde, uğranılan zararın gerçek sebep ve miktarını tespit etmenin zorluğu göz önüne alınarak, hâkimin tazminat olarak “haksız rekabet neticesinde davalının elde etmesi mümkün görülen menfaatin karşılığına” hükmedebileceği düzenlenmiştir.
Son olarak, zarar gören kişi (haksız rekabet davacısı), TBK’da yer alan şartların varlığı halinde, uğradığı manevi zararın tazminini de isteyebilecektir. Manevi tazminat davası da, failin kusurlu olması ihtimalinde kabul edilebilecektir. Bu dava, gerçek kişiler tarafından açılabileceği gibi tüzel kişiler tarafından da açılabilmektedir.
Yukarıda belirtilen davaları “haksız rekabet sebebiyle müşterileri, kredisi, meslekî itibarı, ticari faaliyetleri veya diğer ekonomik menfaatleri zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek olan kimse”ler açabilecektir. Bununla beraber, ekonomik çıkarları zarar gören veya böyle bir tehlikeyle karşılaşabilecek “müşteriler” de bu davaları açabilirler, ancak araçların ve malların imhasını isteyemezler. Buna ek olarak, ticaret ve sanayi odaları, esnaf odaları, borsalar ve tüzüklerine göre üyelerinin ekonomik menfaatlerini korumaya yetkili bulunan diğer meslekî ve ekonomik birlikler ile tüzüklerine göre tüketicilerin ekonomik menfaatlerini koruyan sivil toplum kuruluşlarıyla kamusal nitelikteki kurumlar da maddi ve manevi tazminat talepleri hariç diğer davaları açabilirler.
Bizimle temasa geçin